Bağlılık

Sabah uyandığınızda ilk aklınızdan geçen nedir? Aynaya bakıp “şükür, bugün de uyandık, bugün de güneş doğdu” mu? Gün içinde bir yaratıcının varlığını ve o yaratıcıyla konuşma isteğini ne olunca duyuyorsunuz? Üzülünce mi, sevinince mi? Hiçbir şey olmaya gerek kalmadan mı?
Anlamadığım bir his, bir yaklaşım. Bu hissin bana bu kadar uzak olması da elbette bu hisse sahip olanlara bir o kadar uzak. “İncil’i okuduktan sonra İsa’ya hayran kalmadın mı?” sorusunu soran kadar şaşkındım bu soruyu duyduğumda. Mucizelerinin gerçekliğine mi inanmalıydım? Kadınların neredeyse hiçbir rolü olmayan bir kitap ile kendi yaşamıma ışık mı tutmalıydım? Bunları düşündükçe nasıl hayranlık duyar insan diyorum. Bu konudaki keskin görüşümdendir, tartışmalara girmemeye çalışıyorum. Belki doğru belki yanlış, sinirlenince yaprak gibi tir tir titreyen biriyim. Bu fiziki engeli aşamadıkça da tartışmalardan kaçınmam normal geliyor.
Geçenlerde Toronto’da katıldığım bir kitap kulübünde bir kitap okuduk. Fikir çok ilginç gelmişti. Sue Monk Kidd tarafından yazılan “The Book of Longings” (Henüz Türkçe çevirisi olmadığı için orjinal başlığı yazdım, Özlemlerin Kitabı diye çevirilebilir sanırım) İsa döneminde yaşayan kadınların hayatına, zorluklarına ışık tutmaya, o dönemden günümüze kadınların ne düşündüğüne ve yaşadıklarına dair eserlerin neden aktarılmadığını anlatmaya çalışan bir kitap. Kitabın ana kahramanı da İsa’nın eşi. Kitabı okumadan önce aklımda kadınların kitabın ana konusu olduğuna dair bir fikir vardı, kendimce öyle bir ön yargıda bulunmuştum. İsa’nın eşi olmasının bir sebebi olmalıydı ana karakterin. Eş, kadınların rolünü sorgulayacak, belki İsa destekleyecek belki desteklemeyecek ama bu dinin ortaya çıkışında bir etki olacak diye düşündüm.
Kitabı okudukça, konunun bununla bir alakası olmadığını fark ettim. İsa’yı mucizevi bir varlık değil, bir insan olarak göstermeye çalışan bu kitap bence tamamen İsa’yı sevdirmek adına yazılmış bir eser. Kitapta yaptıklarından ceza yemeyen tek kadın İsa’nın eşi. Elbette yaşadığı zorluklar var ama zorluk çekmek ile cezalandırılmak farklı olgular. Sanki İsa onu seçtiği için şanslı gibi bir izlenim bırakıyor bu da. Ana(eş= yazılar yazıyor, kadınların hikayelerini anlatan ama bu hikayeler ile nereye varmak istediğini göremiyorsunuz kitapta. Çocuksu eylemler ile asi gibi gösterilmiş bir karakter ama hırsa sahip olduğunu söyleyemem. İnat etmenin hırstan farkının sahip olunan amaç olduğunu düşünüyorum, o eylem ile yaklaşılacak hedef. Ana’nın bir amacı yok. İnadı var bence.Neyse kitaptaki diğer karakterleri ve hikayelerini daha ilginç bulduğum ve yazım dilini beğendiğim için kitabı okumayı bitirdim.
Geldik toplantı gününe, kitabı tartışacağız. Öncelikle, Hristiyan olup bu kitabı yadırgayan, itici ya da hakaret dolu olarak gören var mı gibi sorularla başladık. Sonuçta İsa’yı gökten alıp aramızda yürüyen sen ben gibi bir insan olarak gösteriyordu. Kimi ailesinin asla onaylamayacağını kimi kendisini rahatsız etmediğini söyledi. Lakin, konuşmalar ilerledikçe sinirlenmeye başladım. Bazı yargıları anlamsız buldum. Mesela “o dönemi yaşatmadı bana kadınların sözleri, moderndi anlatımı” dedi kimi. “Hiç araştırma yapmamış o döneme dair” dedi bir başkası. O dönemin kadınlarının ne düşündüğüne dair kadınların ağzından ne biliyoruz ki kitabın anlatımı doğru mu değil mi anlayalım. Kitapta modernliği sorgulayabileceğimiz çok daha başka noktalar vardı halbuki. Mesela “evlatlık kayıtları”nın kanunlar gereği saklı olduğuna değiniyordu Ana’nın amcası. Günümüzde sahip olduğumuz evlatlık edinmeye dair bazı kanunların ta Roma dönemine dair uzandığını bilmeyen okurlar yazarı elbette araştırma yapmamak ile suçluyordu. Ufak ufak konulardı bunlar, yanılsamalar, derken asıl bomba düştü.
“İsa’yı etten kemikten bir insan olarak gösteriyor, ne kadar zamanından öte, ne kadar ulu,yüce ve mükemmel biri İsa bunu bu kitapta görüyoruz.” ifadeleri, tam olarak bu kelimeler ile olmasa da katılımcının ağzından çıkıp hoparlörden evime doluştu. Kitap tartışmalarını evde yapmak istemeyişim bu sebepten. Oturduğum kanepeyi bu kadar kör bir sözle ilişkilendirmek istemiyorum. İsa’yı insan gibi gösterip sonra da nasıl Tanrı kadar yüce bir varlık olarak görüyorsun aynı cümlede. Nasıl? Ey insan, sorarım sana, nasıl bir tezatlıktır bu?
Yazarın, kadınlara dair tutumu bu kadar zamanından öte olan bir insanın hayatını anlatan bir kitapta(İncil’de) kadınlara dair kadınların ağzından bir şey olmayışının çelişkisine kitapta yeterince değinmemiş olmasını nasıl es geçersin? O dönem kadınlarını anlatırken başarıya ulaşan tek kadının yine bir erkek sayesinde olmasını nasıl sorgulamazsın? Öyle olmamalıydı demiyorum, bir insanın başarısı için yardım aldığı cinsel kimliğin bir önemi elbette olmamalı. Lakin, modern zaman filmlerinden yakındığımız klişe bir anlatım biçiminin bu kitapta da oluşunu elbette sorgulayıp, konuşmamız gerekir. İsa’nın eşi olmasaydı Ana, bu kitabı okur muyduk? Ana, başarabilir miydi aktarmayı bize o dönemin kadınlarının neler yaşadığını? Yazar İsa’yı neden seçti?
Daha başka bir sürü nokta vardı sorgulanabilecek ve bu soruları soranlarda oldu elbette ama konu dönüp dolaşıp İsa, İsa’nın insanlığı ama aynı zamanda mucizevi bir varlık oluşuna geldi konu. Nedir bu körü körüne bağlılık, ey insan? Kayıt tutma konusunda bu kadar üstün olan Romalıların İsa’ya dair kayıtlarının olmadığını göz ardı etsek bile kendi içinde çelişen İncil versiyonlarının arasından bulup buluşturduğunuz İsa karakterine olan bu aşk nedir? Mor gözlü, asi ruhlu Drizzt Do’Urden, ve yine mor gözlü, kırmızı saçlı ve iki yüzlü Kenshin karakterlerine olan hayranlığımı düşünsem bile anlam veremiyorum. Kadınları anlatacak bir kitaptan İsa’ya hayranlığı arttırıp kadınların yine geri planda kalmış olmasını nasıl mükemmellik olarak algılıyorsun, ey insan?

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.