İstanbul, İstanbul…

Her şehrin kendince bir düzeni, bir “kültürü” vardır. Mesela Stockholm’de kimseye merhaba deme zorunluluğu hissetmeden otobüs durağında sessizce bekleyebilirsiniz. San Francisco’da kafelerdeki kuyruktan ve açlıktan şikayet ettiğinize kulak misafiri olan biri sizi güzel ve ucuz bir kafeye yönlendirip yoluna devam edebilir (gerçekten başka bir amacı yoktur). New York’ta dikey olarak geçilmesi gereken bir caddeyi çaprazlama geçerken size bodoslama dalan birinin öfkesine şaşırabilirsiniz (Valizinizin içinden geçemeyişi sizin suçunuzdur).

İstanbul’un da var kendine özgü bir düzeni, bir kitlesi. En son ziyaretimde emin oldum, benim barınabileceğim bir düzen değil bu düzen. Alışamadığım ve alışamayacaklarımın başında toplu taşıma araçları geliyor.

Metrobüs… çok gizli bir düzeni var. İniş ve biniş kurallarının yazılı olarak her durağa asılmasını talep ediyorum. Her durakta kim neyi nerede bekliyor anlamıyorum. Birileri beklerken diğerleri merdivenden uçarak gelip biniyor, niye: Akıl sır erdiremedim. Çok da güldüm kendime. Bir gün çay ısmarlarsınız, metrobüs maceralarımı anlatırım size beraber güleriz.

Bugün listede benim canımı yakan diğer konulardan konuşacağız. Ayrımcılık yapanların seslerini hiç çekinmeden yükseltmelerinden, emlakçılardan, İstanbul’da kadın olmaktan ve taksicilerinden konuşacağız. Şöyle bir değineceğiz daha doğrusu bu mevzulara.

Kolay iş değil İstanbul’da taksici olmak, her kalabalık ve kaotik şehirde olduğu gibi. Lakin köklü bir değişime ihtiyacı var bu şehrin taksicilerinin. Aranızda işini hakkı ile yapanlar var mıdır? Evet. İşte o hakkı ile yapanların da içlerindeki çürük elmaları atmak için biz yolcular kadar çok uğraşıyor olması lazım. Uygulamadan çağırıyorum bir taksi. Nereye gideceğim belli. Beni alacağı yer belli. Arayıp, hangi yoldan geleyim diye soruyor, olabilir. Konsolosluk işlemi için geldim, civarın yollarını bilmiyorum, GPS’e göre gelin siz diyorum. Biner binmez taşları atıyor: Beşiktaş’ta nereye gideciğinizi de bilmiyorsunuzdur siz şimdi, başka yolcu vardı almadım ben siz çağırınca. Yetmiyor saçma bir sürü lafın üstüne, yolda “bayan yolcu” çıkarsa alabilir miyim diye soruyor. Niye grup seks fanteziniz için mi bindim ben taksiye? Demek istiyorum ama demiyorum. Abime buluşuyoruz taksiden inince, onun da taksi maceraları çokmuş meğer. Yine de…

Bir erkek olsaydım böyle davranır mıydı diye düşünmeden edemiyorum. Aklım sonra etrafımdaki kadınlara kayıyor. Nasıl yaşıyorlar bu şehirde? İstanbul’da kadın olmak ne demek? Otobüste bacaklarını ayırıp çift koltuk işgal edenlerden, sabahın köründe yolda gördüğü her kadına korna çalıp arabası ile yanaşana kadar envai çeşit hayvana sahip bir şehir. Devamlı tetikte yaşamak… Yoruluyor musunuz, İstanbul’un kadınları otobüste ayrı, takside ayrı, karakolda ayrı, sokakta ayrı tacize uğradığınız bu şehirde yaşamaktan? Değişsin istiyor musunuz? İstanbul halkı olarak değişmesi için neler yapıyorsunuz? Anlatın bana. Bir umut var mı İstanbul için? Her geldiğimde nefret dolu terk ediyorum bu şehri.

Nefretimin kaynağı sadece İstanbul’da kadın olarak yaşamanın zorluğu değil. Sesleri artık had safhada olan ırkçılar büyük bir parçası. Seslerinin yüksekliğine ev arama telaşı sırasında tanık oldum.

İstanbul’un tiksinilesi bir emlakçı ağı var. Taksiciler değişmeli ise, emlakçılar yok edilip sıfırdan başlanmalı. Benim gördüğüm emlakçıların büyük bir kısmı sırf size kadın olduğunuz için saygısızca davranıyor, hepsi de işgüzar. Sahibinden.com’u işgal ettikleri yetmiyormuş gibi ev konumlarını saklı tutup, yalan söylüyorlar. İşleri ile ilgili de hiçbir şey bilmiyorlar. Evlerin fotoğraflarını çekme kabiliyetleri olmadığı gibi, evin gerçek ölçülere uymasa bile bir krokisini eklemeye kafaları basmıyor. Emlakçıları yüzde yüz suçlu bulmayacağım tek konu ırkçılık. Müşterilerinin isteklerini yerine getiriyorlar onlarda, aracılar. Engel olabilirler mi, belki. Ama işin içine eve ekmek getirmek giriyor, hayat mücadelesi, karmaşık bir konu. Neyse…

Bir emlakçı ziyaretinde soru önce kimin yaşayacağına geldi. “Kim kalacak, evli mi?” Kimi ne alakadar eder yaşayacak kişinin uçkuru, anlamıyorum. Takip eden soru “Nerelisiniz? Şey doğululara ev vermek istemiyorlar da o yüzden sordum.” Bilmiyor iseniz, söyleyeyim, Dersimliyim, Tunceliliyim. Artık hangi kelime sizi sinirlendiriyorsa onu seçip memleketimi öyle hatırlayın, bu konuda az kavga etmedim. İkisi de kızdırmıyor ise, cansınız, bir gün size şarap ısmarlayayım. Bir ev sahibinin kira almayı garantilemek üzere kiracının nerede çalıştığını, maaşının ne kadar olduğunu öğrenmek istemesini anlarım ama memleketin ne önemi olabilir? Doğuda çocuk sayısı fazla, evde çok kişi bir arada yaşasın istemiyorlar, ev daha çok zarar görüyor gibi bir bahane uydurup açıklayabiliriz belki. Ama bunu bu şekilde ifade edebilecekken memlekete göre kiracı arıyorlar ise tek bir açıklama vardır. Bu insanlar ırkçıdır.

Avrupa’da Türkiye kimliği ile yaşayıp ırkçılığı tatmamış iseniz şanslısınız diyorum. Amerika’ya kıyasla ırkçı davranışlara daha çok maruz kalabileceğiniz bir kıta Avrupa. Ama ben Avrupa’yı daha çok seviyorum, buna rağmen. Sanırım Türkiye’de yeterince ırkçılığa maruz kaldığım için pek bir fark yaratmıyor bende, en azından aileye yakınım diyorum. Zaten herkese ne Türk’üm, ne Kürt’üm diyordum, Zaza’yım ben Zaza. Haksız da değilmişim, SNP benzerliğine göre Türk ve Kürt halklarından daha farklı bir grupmuşum, Ermeniler ile %85 benzerlik taşıyan bir grup, Ermeniyim yani. İşin gırgırı bu tabii.

Sonuçta hepimiz Homo sapiens’iz. Kendimizi ayırıp yüceltmeye çalışmanın pek bir anlamı yok. Yaşadığı çevreye en büyük zararı veren canlıyız. İstanbul bunun en güzel örneği olsa gerek.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.